Forum içi yönetici alımları için buraya tıklayarak başvuruda bulunun!

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Hediyenin Tarihçesi

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1Hediyenin Tarihçesi Empty Hediyenin Tarihçesi Perş. Şub. 19, 2009 2:43 pm

Misafir


Misafir

Hediyenin Tarihçesi


Yılbaşı kutlamalarına giden günler, ‘armağan’ ve ‘hediye’ sözcüklerinin
en çok duyulduğu, hediye vermenin kitleselleştiği günlerdir... Hediye
verme kavramının Batı dünyasındaki, özellikle de Avrupa’daki gelişimine
ve bu kavrama ilişkin yaklaşımın tarihine bir göz attığımızda, 1650’de
kaleme alınmış bir metindeki şu satırlar hemen göze batar:

“Armağan vermek, aslında tam yeri gelmişken veriliyor gibi görünen, ama
sunulmasında hiçbir yarar olmayan şeyler için kullanılır...”

Diğer bir deyişle, 17. Yüzyıl Avrupa’sında ‘armağan’, aslında ‘hoş’ ama ‘içi boş’ bir sunum olarak algılanır.


Antik Çağ meraklısı Lyon’lu gezgin Jacob Spon (1647-1685), ‘Hediyelerin
Kökenine Dair’ adlı kitabında, hediye verme geleneğinin Roma’nın ilk
krallık dönemlerine rastladığını anlatır.

Bu bilgiye Spon, Roma’nın çoktanrılı ‘resmî’ dininin Batı dünyasındaki
son savunucularından Simmakus’un mektuplarında rastladığını belirtir.
Simmakus’a göre, krallığın önde gelen yöneticilerine, bayram ve yılbaşı
hediyesi niyetine, bir saygı nişanesi olarak, Sağlık Tanrıçası
Strenia’nın ormanlarından toplanmış mine çiçeği dalları gönderilirdi.
Bu dallardan, bir bitki çayı yapılırdı.
Latin dillerinde, bayram ya da yılbaşı hediyesi anlamına gelen ‘strenna’ ya da ‘étrenne’ sözcüğü de işte buradan gelir…
Sonra zamanla, dostlara tatlı ve hoş bir yıl dilemek adına, bu mine
dallarının yanına incir, hurma ve bal da eklendi. İmparatorluk dönemi
Roma’sında, işler değişti; soylu tabaka ve seçkinler, atalarının bal
çömleği yerine, içinden altın şıkırtıları gelen çömlekleri yeğlediler!
Ancak Roma Kilisesi’nin Batı’ya ve Doğu’ya hâkimiyeti, çoktanrılı
dönemi anımsatan her şeyin yasaklanmasına ve bu arada, hediye verme
geleneğinin de dışlanmasına yol açtı. Fakat Hıristiyanlık da kendi
geleneklerini yerleştirirken, hediyeler ve armağanlar da işin içine
‘sızdılar’…
18. Yüzyıl’ın Batı dünyasında, yani din baskısının azaldığı ve
‘Aydınlanma’ döneminin yaşandığı zamanlarda, armağan vermenin aynı
zamanda bir ziyafet veya parti vermekle eş anlamlı olarak
kullanıldığını görüyoruz. Burada da yine bir keyif ve zevk kavramı söz
konusudur.
Tabii bu arada, doğum günleri, yıldönümleri, Noel ya da yılbaşı
hediyeleri, artık neredeyse sosyal bir zorunluluk olarak kabul
edilmektedir. Ayrıca doğru zamanda verilmesi, alan kişide bir sevinç ve
şükran duygusu uyandırması gibi, hediyenin gerçek anlamına uygun
düşecek bazı kurallara uyulması da önemsenir artık…
Bir diğer kural da, verilmeden önce, hediyenin ne olduğunun
söylenmemesi ve sürpriz olarak kalmasıdır. Bu arada, hediyeyi verenle
alanın konumlarının da birbirine uygun düşmesi önemsenir.
Hediyenin parasal değerinin ne çok az ne de çok fazla olmaması da
kişiler arasındaki ilişki dengesini bozmaması açısından, önem verilen
bir konu haline gelir.

Son olarak armağanın, verilen kişinin zevkine uygun olması, aynı zamanda veren kişinin buna olan ilgisini ifade etmesi makbuldü.
Hediye verme, bir armağan sunma konularının belli kurallara, toplum
tarafından gelen kabul gören alışkanlıklara bağlanması da 18. Yüzyıl’da
yaygınlaşır.
Bu dönemin Batı oünyasında, armağanlaşmak, artık beraber çalışan veya
bir arada yaşayan çeşitli zümrelerden insanlar arasında, geleneksel bir
‘âdet’ halini alır. Özellikle çocuklar, armağanların verildiği bayram
ve yılbaşı gibi özel günleri, dört gözle beklemeye başlarlar…
19. Yüzyıl’ın ortalarına gelindiğinde, kuzeydeki bazı ülkelerde ve
Fransa’nın doğusunda Noel armağanlarının, ‘Aziz Nikolas Günü’
armağanları ile aynı dönemde verilmeye başlandığı görülür.
Patara doğumlu olan ve bugünkü adıyla ‘Derme’, antik ismiyle de ‘Myra’
kentinin piskoposluğunu yapan ‘Aziz Nikola’, aralarında, çocukların
diriltilmesi de dahil olmak üzere, çeşitli mucizeler
gerçekleştirmesiyle tanınmış kutsal bir Hıristiyan din adamı idi…
6 Aralık’ta kutlanan ‘Aziz Nikola Günü’, Kuzey ve Doğu Avrupa’da
‘çocukların günü’ olarak kabul edilir... Tabii bu bölgelerin, Güney
Batı Anadolu’nun koşullarından çok farklı olan kültürüne ve iklim
şartlarına ‘uyum sağlayan’ Aziz Nikola böylece uzun, kırmızı paltosu ve
Ren geyikleriyle, çocuklara hediyeler dağıtan ‘Noel Baba’ olmanın ilk
adımlarını atar…
Kuzey Amerika’ya göç eden Hollandalı ve Alman göçmenler de, bu geleneği Kuzey Amerika’ya aktarırlar.
Aslında, 1850’lerin Avrupa’sında sahneye giren ve 1930’larda yeni
rolüne iyiden iyiye yerleşen Noel Baba’nın varlığı, çocuklara verilen
Noel armağanlarının, yavaş yavaş eski dinî bağlantılardan kopmasına yol
açar!
Bir çelişki gibi gözükse de, bu böyledir: Hz. İsa’nın doğum gününün
kutlandığı 24/25 Aralık günü ve Noel Haftası ile yılbaşının
birleştirilmesi, ilginç bir sonuca yol açacaktır:
‘Noel Baba’ imajının Hıristiyanlık kisvesinden giderek sıyrılıp laik bir yılbaşı simgesi haline gelmesi süreci yaşanacaktır…
Hediye verme geleneğinin Batı dünyasındaki serüvenine göz atarken,
Roma’nın ilk kralları döneminde bu anlayışın toplumda yayıldığını
söylemiştik… Ama şu da bir gerçek ki, hediye ve armağan kavramının
tarihçesi, sadece Roma ya da Ortaçağ ve sonrası Avrupa’sının kralları
arasında değil, Doğu dünyasının şahları, padişahları ve sultanları
arasında da kendine ilginç öyküler bulur.
Bu öyküler arasında, dillere destan olmuş hediye serüvenleri vardır.
Örneğin bir Bizans imparatorunun Kurtuba kenti hâkimine gönderdiği
kıymetli bir kitabın yanına, bir de çevirmen eklemesi ya da Harun
Reşid’in Büyük Karl’a gönderdiği saat, bu tür hediye öykülerinin
arasında, en çok öne çıkanlardır.
Osmanlı tarihine bakarsak, imparatorluk döneminde, yakın ya uzak,
ilişkide bulunulan ülkelere gönderilmekte olan hediyelerin değerinin,
17. Yüzyıl’da dikkat çekici bir artış gösterdiğini söylemek mümkündür.
Ama elbette, bu armağanlara karşılık, ilişkide bulunulan ülkelerin hükümdarları da, İstanbul’a kendi hediyelerini gönderirlerdi…
Bu hediyeleşmelerde, armağanların cinsi, bize bugün, o dönemin kıymet ve zenginlik ölçüleri konusunda da fikirler verebilir…
1639’da, Hint hükümdarı Hurrem Şah’ın İstanbul’a gelen elçisi IV.
Murad’a, o dönemin kuruş hesabıyla, yüz elli bin kuruşluk bir
mücevherli kemer ve fil kulağından yapılıp üzerine gergedan postu
kaplanmış bir kalkan sunmuştu.
1641’de Dersaadet’e gelen İran elçisi Sultan I. İbrahim’e, birçok
kıymetli hediyenin yanı sıra, mükemmel birkaç küheylân ve pek çok ipek
halı getirmişti.
1644’te gelip Saray’a kabul edilen Nemse elçisinin I. İbrahim’e sunduğu
hediyeler arasında ise, en çok dikkati çeken, gümüşten yapılmış ve özel
bir mekanizmayla hareket ettirilen bir şadırvandı.
Nemse elçisinin getirdiği hediyeler arasında, altın kakmalı 30 gümüş sahan, bir sini ve bir leğen-ibrik de göze çarpıyordu.
1653’te IV. Mehmet (Avcı) tarafından Hint hükümdarı Cihan Şah’a
gönderilen hediyeler arasında, yirmi kadar cariye, zümrüt kabzalı bir
hançer, pek mükemmel ve kıymetli bir at takımı yer alıyordu. Bu arada,
Cihan Şah’ın elçisine de, altı bin altın, bir kürk ve bir at verilmişti.
Yine aynı yıl Cihan Şah, Osmanlı padişahının hediyelerine karşılık
armağanlar göndermişti. Bunlar arasında, bir elmaslı sorguç ve hançer
ile, o zamanlar, toplam değeri üç yüz bin kuruş olarak tahmin edilen
kıymetli hediyeler yer alıyordu.
1656’da Hind hükümdarına elçi olarak gönderilen Muizade Efendi ile
yollanmış hediyeler arasında, yekpare büyük zümrütlü bir sorgucun yanı
sıra, altın ve mücevherlerle süslü koşumlarıyla beraber, dört küheylân
vardı.
1657’de İstanbul’a gelen İran elçisi ile gönderilen hediyeler arasında
ise, altın ve mücevherle süslü olağanüstü koşumlara sahip iki küheylân
da bulunuyordu.
1657’de, yine IV. Mehmed’e İran şahı tarafından, birçok armağanın yanı sıra, birkaç katar deve ile bir büyük fil gelmişti.
1665’te Avusturya ile yapılan antlaşmadan sonra, Viyana’ya Kara Mehmet
Ağa büyükelçi tayin edilince, Avusturya hükümdarına sunulmak üzere
yanında götürdüğü hediyeler şunlar olmuştu:
Bir murassa sorguç, bir direkli çadır, yirmi seccade, beş acem halısı,
yüz sarık, kırk hil’at, bir okka amber, on iki at, koşumları özel
olarak yapılmış ve çok kıymetli iki at.
1682’de yine IV. Mehmed’e, Moskova elçisi vasıtasıyla, birçok hediyenin yanı sıra, tam 1.198 samur kürkü sunulmuştu.
II. Mustafa padişah olduğunda (1695), İran şahı tarafından cülûs
tebriki nedeniyle gelen elçinin yanındaki hediyeler, birkaç katar deve
yükü idi.
Bunlara karşılık olarak da, İstanbul’dan İran şahına, altın zincirli ve
elmas, yakut, zümrüt ile bezeli koşumları olan birkaç safkan at; zümrüt
ve elmaslarla işlenmiş özel bir topuz, altın ve mücevher bezeli bir
hançer, elmaslı bir sorguç…
Gelelim Osmanlı’nın Tanzimat sonrası dönemlerine... Kırım Savaşı’nın
ardından, 1856’daki Paris Kongresi nedeniyle, Fransız devleti kongre
delegelerine son derece kıymetli hediyeler verir.
Osmanlı’nın kendini Avrupa’ya kabul edilmiş gören Bâbıâli yönetimi de,
bu tür jestlerin gerisinde kalmak istemez: Kongrenin başkanı
Valefski’nin eşine Bâbıâli yüz yirmi bin kuruş kıymetinde bir gerdanlık
hediye eder.
Fransa ikinci delegesi ile Fransız Dışişleri müsteşarının ve kongre
başkâtibinin eşlerine de, yine Bâbıâli tarafından, beşer bin kuruş
değerinde gerdanlıklar verilir.
Avusturya Dışişleri Bakanı ile Fransa büyükelçisinin eşlerine, yine
aynı vesileyle, yüzer bin kuruşluk gerdanlıklar hediye edilirken,
İstanbul’daki Avusturya elçisinin eşine de, beş bin kuruşluk bir
gerdanlık verilir…
Sultan Abdülaziz döneminin (1860-1876) ilginç bir hediye öyküsü de,
padişahın Avrupa gezi sırasında yaşanır. Abdülaziz Fransa’da, III.
Napolyon’un eşi İmparatoriçe Eugénie’ye, Saray’ın kuyumcubaşı Hoca
Bogos’a yaptırılmış pırlantalı bir gerdanlık hediye eder. Bu
gerdanlığın o günkü değeri, yedi yüz elli bin kuruş olarak hesaplanır.
II. Abdülhamid döneminin dillere destan bir hediyesi de İngiliz
büyükelçisi Lord Canning’in eşine padişahın ihsan ettiği murassa altın
bilezik ile çiçek buketi biçimindeki iğnedir. Bunların o günkü toplam
değerinin yüz bin kuruş civarında olduğu rivayet edilir.

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz