Forum içi yönetici alımları için buraya tıklayarak başvuruda bulunun!

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Anlatmak Zor, Ama "Zorunlu"

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1Anlatmak Zor, Ama "Zorunlu" Empty Anlatmak Zor, Ama "Zorunlu" Paz Şub. 08, 2009 1:10 pm

Misafir


Misafir

Aksiyon düşüncenin önüne geçmişse; denge
bozulmuş, itidal imkânsızlaşmış, basiret bağlanmış demektir. Düşünceyi
ardına atmış hiçbir tepkisellik aksiyonunu hiçbir teselli için ibra
edip alkışlamamalıyız. Eleştiri bazen en büyük yardımdır.
Büyük ve haklı bir hassasiyet var olduğu için, konuların bazı
yönlerini çok ihtiyatla ve ekseriya, sonradan tamamlamayı düşündüğüm
değinmelerle yazma dikkati içindeyim.
İran-Irak Savaşı, hâlâ hatırladıkça içimi burgu gibi oyan bir
savaştı. Bir milyonun üstünde insanın öldüğü söylenir; ne denilse azdır.
O savaşı hiç şu yönüyle düşündünüz mü acaba? Bence kimse pek
düşünmedi, o savaşın çok şaşırtıcı bir özelliği fazla dikkat çekmeden
öylece kaldı.
Şunu demek istiyorum:
İran ordusu, Irak'ın içine girdi, şehirleri tahribe koyuldu. Irak
ordusu da İran'a girip aynı şeyi yaptı. Ve bu hep böyle yürüdü! Yani
ordu orduya karşılaşmadılar denilse yeridir. O zamanlar hep dikkat
etmiş ve düşünmüştüm, tespitlerim arşivde yazılı olarak da var. Savaşın
yıllarca sürmesinin sebebi de buydu. İki Müslüman ülkenin savaşması ve
Müslümanın Müslümanı öldürmesinde vahamet bir yana; bir de böyle bir
durum vardı. Adeta her iki tarafın ordusu da sivilleri yahut sivil
merkezleri hedef alıyordu! İran ordusu Irak'ın bilmem hangi şehrini
vururken, Irak ordusu da İran'ın şehirlerini vuruyordu. Bunun için on
yıl sürdü, bunun için bir milyondan fazla insan öldü. Askerlerden
ziyade siviller öldü!
Geçelim başka bir örneğe…
… Irak ordusu Amerika'ya karşı direndi mi? Direnecek sanılıyordu.
Bağdat kuşatması sırasında Amerika bile endişeliydi, öncesinde daha da
çok endişeliydi ama "Bağdat'ta öyle olmaz" diyerek baştaki endişesinin
özel bir biçimini yaşıyordu. Fakat Irak savaşmadı! Hâlbuki savaşmalıydı
ve 10 bin, 20 bin, 50 bin şehid vermeliydi ve Amerika da dünya da bir
şokla sarsılmalıydı. Öyle yapmazsanız, yüz katı kayıp verirsiniz
kimsenin de haberi olmaz.
Öyle yapmadılar, zaman içinde güya direniş eylemleri geliştirdiler.
Yıllar içinde muazzam kayıplar verildi. Üstelik direniş de direnişe
benzemedi. Kimlerin kimleri vurduğu belli olmayan kanlı ve menhus bir
çark dönmeye başladı. Bir de ilk defa Şii Sünni fitnesi girdi araya…
Bugün Irak'ın sosyal-beşerî durumu yürekler acısıdır.
Maddi-manevi-ailevi kayıplar anlatılacak gibi değildir. El yazamaz. dil
söyleyemez, göz bakamaz, gönül katlanamaz,
Hangisi iyi? Savaşın, 10 binlerce şehid verin, yenilirseniz de
yenilin, tarih yazsın, yeni durumu bütün dünya şöyle bir düşünsün.
Böyle olsaydı, Amerika orada bu kadar kalamazdı. Ama yapılan iş,
askerlerin-erlerin savaşması yerine, bir kör dövüşünde her şeyin
bedelini kadınlara çocuklara sivillere ödetmek oldu. İtidal ve
entelektüel ciddiyet yokluğu bir popülist mugalata eşliğinde yüreğimizi
sızlatmaya devam ediyor.
… Öncelikle sivilleri kullanan ve onlara bedel ödeten bir
mücadelenin mantığı da yoktur, başarı şansı da. Dünyanın her yerinde ve
tarihin her döneminde böyledir.
Biz Cihan Harbi'nde her cephede çarpıştık ve kaybettik. Ordu
kaybetti asker kaybetti. Mütareke ve Sevr… Sonra, yine orduyla verdik
mücadelemizi. Düzenli orduyu oluşturmak, yeniden ihya edip toparlamak
amacı hep var oldu. Efelerin eylemleri falan da, sivil kullanımı
değildir; sivil yerleşimlerden uzaklaşarak yürütülen ve düzenli orduya
basamak olan hareketlerdir.
* * *
… Şimdi, kapılar açık olsa, biz, "Gazze'deki kardeşlerimiz bize
gelebilir, onlar için bir yerleşim bölgesi oluşturacağız" desek,
Gazze'de bir tek kişi kalmaz; Hamas'tan başka. Gazze'li kardeşlerim
yaşamaya çalışıyorlar. Dörtte üçü, belki daha fazlası aç. Bırak
Gazze'yi bütün Filistin benzer şartlar içinde. Ekonomi yok, iş yok,
insanca yaşamak imkânları yok. Bu konuda yapılmış tek bir araştırma da
yok. Bir tek sıcak samimi yakın tanıtım röportajı yok. Bilinen sadece
"direniyorlar" sözü. Onlar önce, yoksulluğa yalnızlığa mahrumiyete
karşı direniyorlar ve yaşamak için direniyorlar. Onlar da senin benim
gibi can taşıyor, üzerine titredikleri çocuklarının yavrularının
canını, açlığını tokluğunu titreyen ruhunu düşünüyor. Onların canlı
bomba olmasını falan istemiyor.
Benim kafam herhâlde başka türlü çalışıyor. Bugün Hamas bütün
elemanlarıyla Gazze'den çekilse ne olur? Çekilsin gitsin, daha sonra
yine gelir. Sanki orada, silah fabrikaları kimya tesisleri falan mı
var? Önde gelenleri zaten dışarıda yaşıyor. Ama benim Gazzeli
bacılarım, yavrularım, kardeşlerim, canlarım; bombalara hedef oluyor,
aç-bîilaç dehşet içinde travma nöbetleriyle titreyerek orada öylece
duruyor. Böyle mücadele olur mu? İsrail'in şu hâlini tarife hacet var
mı? Ama onlarla böyle mücadele edilmez. Şu vahşeti bu gafletle nasıl
yeneriz biz?
… Ortadoğu 1967 Savaşı'nı niçin ve nasıl kaybetti? Gün o gündü işte.
Amerika Vietnam'la uğraşıyordu, beri tarafta Rusya desteği vardı, savaş
arzusu ve psikolojisi daha başlamadan canlıydı. Külli mücadeleye fikren
ve ruhen yatkın değiller. Bunun bugün bir başka planda yine tezahürleri
var. Roket atmışsın, şimdiye kadar 10-15 İsrail'li ölmüş; bu mu kesmek
istemediğin ateş? Unutulan şudur: Filistin, Hamas'ın El-fetih'in
Hizbullah'ın değil; bütün Müslümanların meselesidir.
… Filistin meselesini bütün İslam ülkeleri oturup konuşmalı. Orada
bir ekonomi oluşması için planlı programlı yatırımlar yapılmalı. Bugün
hâlâ Filistin Batı'dan gelen paralarla yaşıyor. Böyle şey olur mu?
Silahlı partilerden siyasi partilere geçmeli, tedricen. Ne güzel
imkânlar, ne güzel ihtimaller ve tasavvurlar var… Ama kimse oraya doğru
tek adım atmak istemiyor.
… Bugün ve bu an için yazıyor değilim ki. "Önümüzdeki yıllarda neler
olacak?" diye bir düşünelim. Bu gidişle ne değişecek? Hiçbir iyi niyet
heyecanı ve coşkusu aklî yükümlülükleri terk etmenin mazereti olamaz.
* * *
Deniz Gezmiş'ler FKÖ'de eğitim görmüştü, çok kişi hatırlamaz. Orada
eylem yapmanın silahlı eğitimini aldılar ve sınırdan silahlı ve
postallı olarak içeriye girdiler. Filistin'le ne alakası vardı onların?
Filistin'dekilerin onlarla ne gibi yakınlığı vardı? Sadece metot
yoldaşı ve akrabasıydılar! Mânâ ve sonuç ne olursa olsun.
Şöhreti, parayı, silahı ve (kadın için) güzelliği taşımak zordur.
Bunların hepsi, nefsi, meşruiyet sınavlarına ve baskılarına tabi tutar.
Eğer bir meşruiyet disiplini (ölçüleriyle kurallarıyla) yok ise, şiddet
ve silah kişiyi bozar. İyi niyetli de olsa bozar. Bizdeki eski sol-sağ
çatışmasında bunun çok çarpıcı ve dramatik örneklerini gördük,
birkaçını ben yakinen de müşahede edebilmişimdir. Birine şöyle dediğimi
hatırlıyorum: "Sen önce (bazen) taşıdığın o silahtan kendini koru!"
Şiddete sürükleyen metodolojik oyun şuydu: Sağcıların hepsi
faşisttir, komünizm "anti faşist" olmak demektir. Solcuların hepsi
komünisttir, sağcılık "anti komünist" olmak demektir. Bunu adı, tek
kelimelik solculuk, tek kelimelik sağcılıktır! Anti! Tabii ki şiddet
alanı ardına kadar açılır. Muhteva, kültürel donanım, kişilik
zenginliği, düşünce ufku, sağda da solda da sıfır! İyi niyeti
oturtabileceğin, yaşatabileceğin bir avuç yer bile kalmamış.
Örgütlenmeler sonraki iş, önce istismar işlemleri yapıldı bazı eli
kalem tutanlar tarafından. Ve ben en çok onlara kızıyor, onlara
içerliyordum. Ve bu istismar işlemlerini, tepkisellik zaaflarını
içgüdülerini ve heyecanlarını tahrik ve istismar ederek yapıyorlardı.
Başlangıçta, modernleşme gelişmelerinin de din üzerinden yapılması,
tarihî bir gerçektir. Hep öyle olmuştur. İnsanlar bilgi ile, din bağı
vesilesiyle tanıştılar. Kelime ve kelam ilgileri orada doğar ve tarih
bilen bunu da bilir. Bu açıdan Ortadoğu şartlarına bakınca büyük bir
tepkisellik tavrı görürsünüz… İmam-ı Azam'a bir eylem lideri (yahut
liderciği) gelir, şikâyetlerini ve tepkisinin haklılığını anlatır.
İmam-ı Azam sadece dinler ve genel tavsiyelerde bulunmakla yetinir.
Fakat kişi gittikten sonra "bir çok konuda haklıydı ama, tasvip ve
tasdik ifade etseydim fitneye ve şiddete yönlendirmiş olurdum" (mealen
söylüyorum). Din âlimi böyle olur. Sorulan bir meseleyi sual-cevap
soyutluğu ve yalınlığı içinde görmez. Onun toplumsal siyasi fiili umumi
yönlerini ve muhtemel sonuçlarını hassasiyetle gözetir. Fıkhın nakli ve
nazari varlığını çok iyi biliyor da olsa, fikrî ve umumi delaletleri
olan bazı kavramlar üzerinde tek başına ahkam kesmeye kalkmaz.
Yapabiliyorsa ışık tutar katkı sunar; hükme bağlamaz.
Şimdi bana söyler misiniz, "canlı bomba" fetvası nasıl ve nereden
çıkıyor? Belki bu kadar yalın ve kestirme ifade edilmesi doğru değil
ama, ben yine de söyleyeceğim, çünkü içimden öyle geliyor. Ortadoğu‘da
bir Fethullah Gülen vizyonu, ona benzer bir fikrî-manevi şuur tezahürü
veya tecellisi, (kişisel taşahhus örneği olarak demiyorum) paylaşılan
ve çeşitli nasiplerle ifadelenen fikrî bir ufuk değeri halinde var
olamıyor, yaşanamıyor. Çünkü kafalar ve gönüller, Batı'nın oyunları
paralelinde bir tepkisellik kıskacına ve kısır döngüsüne sıkışmış
kalmış. Önder geçinenlerde entelektüel ciddiyetten eser yok.
* * *
… Haklısın ama, düşünceli ufuklu şuurlu değilsin. Haklı olmak
yetmiyor ki. Hem haklısın hem mazlumsun; lakin düşünceli ufuklu şuurlu,
tutarlı, dengeli istikametli, itidalli değilsin. Ve asıl dostluğun sana
bunları söylemek olduğunu fark edebilecek durumda da değilsin… Bu
sözlerim Ortadoğu'daki çeşitli kategorilerdeki önderler içindir.
İtidal hasleti, denge şuurunun iksiridir, ışığıdır, sigortasıdır.
İtidalden uzaklaşan, meşruiyet ihlalleri cevabına sarılmış
tepkiselliklere yönelmeye başlar. Bu hâl, asla, zulmün, ıztırabın
sıkıntıların getirdiği bir zaruret değildir. Çünkü itidal her hâl
içindir. Sadece barışta değil savaşta da, sadece öfkede değil sevgide
de, sadece eğlencede değil ibadette de itidal gerekir. Ve mutluluk,
sadece rahat ve sıkıntısız olmak değil, her türlü hayat şartları içinde
"Ya Rabbi bana itidal ve istikamet üzere yaşayabilme takati ver"
duasının şuuru içinde yaşamaktır. Bu hakikati sıradan insanlar
bilmeyebilir, ama önde durmak konumunda ve tercihinde bulunanlar hem
bilmek hem de bilmeyenlere anlatmak sorumluluğundadır. Umut da işte tam
buradadır. Buradaki emeklere, üretimlere, buluşmalara, birikmelere,
fikrî yardımlaşmalara bağlıdır. Yani bu güne kadar olamayanlara
doğamayanlara, üretilemeyenlere bağlıdır.
Bu hakikati anlatmak zordur, hatta muhataralıdır ama; görevdir,
mecburiyettir. İhtiyatla, dikkatle, rikkatle, sevgiyle, şefkatle, ama
mutlaka kendi usulüyle ve üslubuyla, hepsinin üstünde de itidalle.
Benzer sıkıntılar elbette ki bizde de var; fakat oralardan yansımış
olarak var. Şunu hiç unutmayalım: fikren çözülemeyen meseleler fiilen
çözülemez. Tıkanmalara tepkiler göstermeden önce özeleştiri aynasına
şöyle bir bakmalıyız.

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz